7 Ocak 2017 Cumartesi

Pamuk Kitap • Havaalanında Bir Hafta




Pamuk Hava Yolları’nın yeni yıla acıyla girmiş yolcuları,
Yeni yıl arifesinde tüm acılara sünger çekip en iyi, en tatlı dileklerimizi dilemiş olmamıza rağmen yalnızca bir saat sonra içimizi yakan haberle yeniden suspus olduk. Dünyanın giderek daha çetrefilli, hayatın daha çetin olduğu günümüzde, bizler de bir parça huzur bulmak için kendimizi kitaplara veriyoruz. Yılın ilk uçuşu dışardaki hayatı unutup bir hafta boyunca havaalanında kalarak oradaki gözlemlerinden bir kitap yazan Alain de Botton’la olacak! Hazırsanız, kemerlerinizi bağlı, zihinlerinizi pürüzsüz, kalplerinizi pirüpak hale getirmenizi rica eder, sütliman bir uçuş dileriz.

Havaalanında Bir Hafta, yazarın Londra • Heathrow havaalanı işletmecisi şirket tarafından aldığı davet üzerine, dünyanın en yoğun havaalanlarından birinde sınırsız izinle dolaşarak bagaj görevlilerinden pilotlara, kıdemli yöneticilerden havalimanı rahiplerine kadar herkesle konuşup hemen her milletten yolcuyla tanışma fırsatı bulduğu bir haftanın etkileyici bir özeti. Zira bugüne değin yazdığı birçok kitapla hayata bakışımızı ciddi biçimde değiştiren Alain, bu defa havalimanlarının doğası ve hayatımızdaki yerini sorgulayarak yaptığı sohbetlere dayanarak seyahatin, çalışmanın, ilişkilerin ve günlük yaşamın dinamiklerine ilişkin inceliklerle dolu bir kitap yazdı.


2010 yılında yayınlanan kitap Tülin Er tarafından dilimize çevrilmiş olup Sel Yayınları tarafından basılmıştır. Yaklaşma, Gidiş, Gümrüksüz Saha ve Geliş olmak üzere dört ana bölümden oluşmaktadır. Bizzat Alain tarafından çekilmiş fotoğrafların bulunduğu kitap, hepimizin hayatlarındaki o anlara geri dönmemizi sağlayıp içinden geçtiğimiz duyguları, baş etmekte güçlük çektiğimiz ayrılık vakitlerini, iple çekilen kavuşmaları, birbirini bırakmak istemeyen elleri, yaşlarla parlayan gözleri ve çok daha fazlasını yakalıyor. 



Hevesinizi hoplatmak için tadımlık bir kuple konduruyoruz : ‘Havaalanında kalmaya başladıktan kısa bir süre sonra, akşam saatleri en sevdiğim zaman halini aldı. Saat sekiz olunca, en hareketli kısa mesafe Avrupa trafiği bitiyordu. Terminal boşalıyor, Caviar House mersinbalığı yumurtalarından kalanları satıyor ve temizlik ekibi günün sistematik yerleri silme harekâtına başlıyordu. Yaz olduğu için, güneş kırk dakika daha gökyüzünde kalıyor ve bu arada yumuşak, nostaljik bir ışık, bekleme alanlarından akıp gidiyordu. Bu saatte terminalde kalan yolcuların büyük bölümü, her akşam Doğu’ya kalkan uçaklarda yerini ayırtmış olanlardı. Bunlar çoğunlukla kuzeybatı Londra’da oturan ailelerdi ve rotaları boyunca Singapur’dan, Seul’den, Hong Kong’dan, Şangay’dan, Tokyo’dan ya da Bangkok’tan geçiyorlardı.


Bekleme yerlerinin atmosferi yalnızlık yüklü olmakla birlikte, tehlikesizlik duygusu öyle yaygındı ki, her insanın tek başına olduğu zaman hissedebileceği rahatsızlık duygusunu ortadan kaldırıyor ve böylece, yeni bağlantılar kurmayı, kalabalık bir barın şenlikli halkı içinde olabileceğinden daha mümkün kılıyordu. Havaalanı geceleri, tek bir ülkeye bağlı kalamayan, gelenekten korkan, yerleşik bir toplumda yaşayabileceği şüpheli ve bu yüzden de modern dünyanın ara bölgelerinden, gazyağı depolarının ikiye böldüğü manzaralardan, iş merkezlerinden ve havaalanı otellerinden başka hiçbir yerde rahat edemeyen göçmen ruhlar için bir ev haline dönüşüyordu.’ 

Üzerinden yalnızca yedi yıl geçmiş olmasına rağmen, Alain’in havalimanlarında bekleme yerlerini tehlikesizlik duygusunun yaygın olduğu yerler olarak tarif etmesi anlamını yitirip yerini bambaşka düşüncelere bıraktı. Zira artık hayat, hiçbir kurtarılmış bölgesi olmayan, nerden ne çıkacağı, bir sonraki bölüme geçilip geçilemeyeceği bilinmeyen bir bilgisayar oyunu gibi. Bize düşen elimizdeki canların kıymetini bilmek … Hepinize neşe içinde kartopu oynayıp içeri koşup ısınacağınız, çayınızı demleyip sevdiklerinizle diz dize kestane yiyeceğiniz ılık kış günleri diler, gözlerinizden öperiz.   




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder