Pamuk
Hava Yolları’nın tasarım düşkünü yolcuları,
Bu
hafta vintage rüzgârlarına kapıldık, gidiyoruz. Havayolu üniformalarının hayli
sükse yapan etkisinden sonra, bugün iç tasarımıyla adeta evimizin
salonundaymışız hissi veren bir uçakla uçak içi mimarinin inceliklerine
uzanan bir uçuş yapacağız. Dekorasyon dergilerinden fırlamış retro retro
kareler ve lingo lingo şişeler için hazırsanız, lütfen kemerlerinizi bağlı, güneşliklerinizi açık hale getiriniz. Hepinize iyi uçuşlar dileriz.
1970lerin güven, güzellik ve ümit veren ortamında, uçaklarda da durum hayli
şenlikliydi sevgili yolcular. Yüksek topuklu uzun çizmeler, mini etekler,
ispanyol paça pantolonlar, pötikare kumaştan takımlarıyla parlayan insanlar
koridorda veya koltuklarında içkilerini yudumluyor, sohbet ediyorlardı.
Sohbetlerin konusu çoğu kez gidilen yer, tatil planları ve türlü hayat zevkleri
üzerine oluyordu. Uçakların henüz ağzına değin dolmadığı bu yıllar, havayolları da koltuk aralıklarını hesap etmiyor, hâliyle, herkes
rahat rahat hareket ediyor, güzelim ayaklar patates gibi şişmiyordu.
Hanımların
şıklıkta yarıştığı uçuşlar, pekçok flörtün de başlangıcı oluyordu. Zira bu
tesadüfi buluşmalar, kısa süreliğine de olsa kesintisiz konuşma imkânı sunuyor,
işinde usta beyler de bu fırsatı kaçırmıyordu. Dönemin uçakları, arka arkaya
dizili koltuklar yerine, karşılıklı oturma gruplarını tercih ederek sosyalleşmeyi
mümkün kılıyor, her uçuş başlı başına bir zevk-i sefa oluyordu. Tıpkı canım
Zeki Müren’in ‘gül yüzlülerin şevkine gel’ şarkısı gibi.
Bittabi
bu durum, hostes yolcu ilişkisinden uçak içi servisine, kokpit kabin
iletişiminden uçuş güvenliğine değin her şeye yansıyordu. Uçak kaçırma nedir
bilinmeyen, kabin içinde her şeyin güllük gülistanlık olduğu yıllardan uçağa
binmenin bir kurallar bütününe uymak anlamına geldiği günümüze geldik, tey tey… Elbette ki, bunun sorumlusu yine insan. Nüfus artışı, uçak seyahatinin
ulaşılabilir hâle gelmesi, havayolu şirketlerinin kıyasıya rekabeti, gezegen
üstündeki türlü kötülüklerin havacılığı keşfetmesi vb. sonucu bu renkli
kareleri ancak filmlerde görür olduk.
Üzülerek
söylemek isteriz ki, uçaklar iç tasarımları ne kadar konforlu, ne kadar lüks
olursa olsun, eskisi gibi stresten uzak, sosyal kelebekler gibi gezinme mekânı
değiller. Yan koltuğunuzda oturan insana verdiğiniz selamın dahi yanlış
anlaşıldığı günlerden geçiyoruz. Fakat, hayatın her alanında olduğu gibi bunu
da fazla drama yapmadan kabullenip devam etmek gerekiyor. Zira zaman dur durak
bilmeden akıp gidiyor, her tik tak ömrümüzden çalıyor.
Bundan
mütevellit, hangi yaşta olursanız olun, her seyahatin tadını çıkarın. Hiç
bitmeyecekmiş gibi gelen o yollar biter, hiç geçmeyecekmiş gibi gelen o saatler
geçer efendim. Bilakis şartlar ne kadar çetin olursa, sizler de o kadar metin
olursunuz. Yol bu, insana nerde durması, nerde ne yapması ve nerde ardına
bakmadan gitmesi gerektiğini öğretir. İyi bir yolcu olursanız şayet, her
yolculuk sonrası yepyeni, taptaze biri olarak döner, hayatınıza öyle devam
edersiniz.
Seyahatin de tüm büyüsü budur zati. Fakat söz konusu uçak seyahatiyse, bu durum
bazı bünyelerde duble etki yapar. Mini oval pencerelerden baktığınız sonsuz
bulut denizi, zihninizi tüm derinliklerine varıncaya dek yıkar, geriye tertemiz
bir sabun köpüğü olarak kalırsınız.Ve işte bu yüzden hiç unutamaz bazıları. Hepinize
uçuk pembe bir perşembe diler, gözlerinizden öperiz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder