31 Ekim 2016 Pazartesi

Uçakta Moda • Vintage Hostes Üniformaları


Pamuk Hava Yolları’nın parizyen yolcuları,
Hepinizin içinde bir yerlerde bir moda ikonu olma arzusu olup neyi neyle giysem ya da bugün ne giysem dediğinizi biliyoruz. Havaların iyice soğuduğu bugünlerde hepimiz ketenleri, ipekleri kaldırıp yünleri, kadifeleri çıkardık. Peki ya hostesler? E onlar da pardösülerini, uzun kollu gömleklerini ütüleyip askıya astı. Zira güzelim kızlarımızı üşütüp hasta etmek istemeyiz, aksi halde kimlerle uçarız? Şimdi hazırsanız sizlerle havayolu üniformaları modasının hayli renkli tarihine doğru bir yolculuğa çıkacağız.

Uçmanın henüz bu kadar yaygınlaşmadığı ve bir zenginlik göstergesi olduğu yıllarda, hem yolcular hem hostesler adeta bir zarafet timsaliydi. Herkes en şık ve havalı kıyafetleriyle uçağa biner, uçuş boyunca bu lüksün sefasını sürerdi. Havayolları da bu ortama yakışır bir siluete sahip olmak için birbiriyle yarışır haldeydi. Bu yarış, çoğu kez moda dünyasında kendini ispatlamış isimlerle çalışarak, o havayolu ve ülkeyi öne çıkartıp hafızalardan uzun süre çıkmayacak bir etki yaratmak üzerineydi. Avusturalya Havayolları • Qantas ile Yves Saint Laurent’in 1986 yılındaki iş birliğinden ortaya çıkan kanguru desenli üniformalar buna örnek verilebilir.   



Vintage rüzgarlarının yeniden esmeye başladığı günümüzde, eskilerden ilham almak belki de en güzeli. Zira, moda dönüp dolaşıp yine aynı koridorlara giriyor. Havayolu modasına gelince, geçmişte en dikkat çeken şeylerden biri parlak renkler. Yeşilden mora, pembeden turuncuya tüm gökkuşağı renklerinin özgürce kullanıldığı cesur bir dönem görüyoruz. Eldiveninden fularına, eteğinden ayakkabısına tüm detayların incelikle düşünüldüğü, mevsimlere ve görev farklılıklarına göre değişen üniforma seçenekleriyle hayli etkileyici koleksiyonlardan bahsetmek mümkün. Hâl böyle olunca, hosteslerin bu tasarımlarla ilgi çekmemesi adeta imkânsız. Favorim her daim Braniff!



Üniforma tasarımlarında olduğu kadar havayolu reklamlarında da günümüze kıyasla çok daha renkli, eğlenceli ve enerjik çekimlerin yapıldığını söylemek mümkün. Dünyanın iletişim ağlarıyla birbirine henüz bu kadar bağlanmadığı, küreselleşme nedir bilinmeyen yıllarda, her ülke özgünlüğünü daha kolay koruyor, kendi renk ve karakterini daha iyi biçimde ortaya koyuyordu şüphesiz. Papatya sarısı üniformalarıyla parlayan ekip İngiltere’nin önde gelen özel havayollarından Monarch’a ait.

Birçok havayolunda etek boylarının ekseriyetle mini-midi arası seyrettiği üniformalar hakimken, Finlandiya Havayolu • Finnair gibi bazı havayollarının maxi etek gibi hayli radikal seçimlerine rastlamak mümkün. Tabi bu seçimlerde dönemin moda akımlarının da etkisi kaçınılmaz oluyor, sözgelimi 70 li yılların kadınlara tanıdığı özgürlükten herkes payını alıyordu. 



Renklerini ve genel tarzını Fransız ve İngiliz stilinden aldığı son derece belli olan, Kanada Havayolları • Air Canada’ya ait bu üniformalar, elbette ki bunu bilinçli bir tercihle seçmiş, çok da iyi etmiştir. Zira bu görsel tasarımla, hem ülkesini sembolize etmiş, hem ticari amacına ulaşmıştır. Dönemin pekçok havayolu, benzer yöntemleri kullanarak oldukça özgün ve güzel üniformalar kullanmış, uçakları ve uçak yolcularını ziyadesiyle memnun etmişlerdir.

Bu durum, yıllar içinde havacılığın boyut değiştirerek geniş kitlelere ulaşması, bir diğer deyişle ucuzlaması neticesinde değişmiş, görsel estetik kaygılar yerini fonksiyonelliğe bırakmıştır. Beri yandan küreselleşmenin etkisiyle birçok havayolu üniforması gerek form gerekse renk olarak birbirine benzemeye başlamış, giderek daha resmi ve erkeksi bir görünüm kazanmış, bu da içimizdeki retro özlemini giderek arttırmıştır sevgili yolcu.


Bu renkli hostes üniformalarıyla maziye yaptığımız uçuşun hoşunuza gittiğini umar, hepinize harika bir hafta dileriz. Eskiden vazgeçemeyen, yenisiz de yapamayanların yegâne havayolu Pamuk Hava Yolları olarak bir başka uçuşta görüşmek dileğiyle, gözlerinizden öperiz.




27 Ekim 2016 Perşembe

Zamansız Bir Başucu Kitabı • Küçük Prens


Pamuk Hava Yolları’nın pamukperver yolcuları,
Birinci ayımızı kutladığımız bugün, hem büyüklerin hem küçüklerin yüzüne gülücükler konduracak mini minnoş bir uçuşla karşınızdayız. PH 2710 sefer sayılı Lyon • Saint-Exupéry Havalimanı’na gerçekleştirilecek uçuşumuz için planlanan sürenin 3 saat 20 dakika, havanın açık ve güneşli olduğunu belirtir, hepinize iyi uçuşlar dileriz.     


Dünya çapında çevirisi en çok yapılan 4. Kitap olan, günümüze değin körler alfabesi dahil 250’nin üzerinde farklı dil ve lehçeye çevrilmiş bu naif hikâye, sanıldığının aksine hayli çetin koşullarda yazıldı. Saint-Exupéry’nin Amerika’ya sürgün edildiği II. Dünya Savaşı yıllarında, doğup büyüdüğü, sevdiği ve ait hissettiği her şeyden uzakta, New York’ta bir otel odasında, sanki tüm özlemlerini gidermek istermiş gibi ortaya çıktı. Antoine, içinden geçmekte olduğu bu inişli çıkışlı iklimde yalnızlığın, arkadaşlığın, aşkın ve kaybın hikâyesini anlattı prensine. 


Kitabın ilk sayfası, uçağı bozularak Sahra Çölü’ne iniş yapmak zorunda olan pilot (elbette kendi deneyimine gönderme) ve küçük prensin karşılaşmasıyla açılır. Akabinde, küçük prens pilota, yaşamakta olduğu gezegen-Asteroid B612’yi ve oradaki hayatı anlatır. Gezegeninde çok sevdiği bir gülü vardır ve ona nasıl daha faydalı olabileceğinin yollarını araştırmak için diğer gezegenleri gezmek zorunda kalmıştır. Sırasıyla altı farklı gezegeni gezdikten sonra, aradığını bulamayıp umutsuz biçimde dünyaya düşmüştür. 


Kralın gezegeninde otorite tutkusunu, sanatçının gezegeninde kendini beğenmişliği, sarhoşun gezegeninde saplantıyı, umutsuzluğu ve buna dayanan unutma isteğini, iş adamının gezegeninde amaçsız sahip olma tutkusunu, fenercinin gezegeninde öğrenmeden, değişmeden emir yerine getirmeyi, coğrafyacının gezegeninde bilimi kimin için yaptığını unutan bilim adamını ve bilim anlayışını görür. Tüm bunlar, insan denilen varlığa inancını zedeler.

Fakat bu pilot, bugüne kadar karşılaştığı tüm diğer insanlardan farklıdır. Kafası ve kalbi diğerlerininki gibi sığ ve dar değil, alabildiğine derin ve geniştir. Ona bitimsizce sorular sorup her seferinde yeni cevaplar almak, birlikte uzun uzun sohbet etmek, dünyayı, yaşamı ve duyguları anlamaya çalışmak mümkündür. Bu sohbetlerden birinde pilottan kendisine bir koyun çizmesini isteyen küçük prens, aldığı sonuca şaşırmak yerine bunun tam istediği resim olduğunu söyler. Zira pilot, kağıda bir koyun yerine bir kutu çizip aradığı koyunun kutunun içinde olduğunu söyler. Bu, henüz hayalgücünü, benzersiz varoluşunu, kalbinin dilini yitirmemiş çocukların anlayabileceği türden bir şeydir. 


Bir de tilki var ki, küçük prens dünyaya ve hayatın cilvelerine dair ne öğrendiyse ondan öğrendi. Evvela, evcilleştirme nedir, onu anlattı tilki. Sonra evcilleştirdiğinden ömrünün sonuna dek sorumlu olduğunu lakin insanların bunu unuttuğunu söyledi. Tilkinin sadece akıllara kazınmakla kalmayıp birçok bedene dövme olarak kazınan bir diğer can alıcı sırrı ise ‘En iyi yüreğiyle görebilir insan. Gözler asıl görülmesi gerekeni görmez.’ (Bölüm XXI) idi.

Tilki, küçük prensin biricik dostu oldu ve onunla buna benzer pekçok sırrını paylaştı. Elbette hepsini buraya yazamayız sevgili yolcular, biraz merak, biraz çaba yeter de artar size! Zira, bir Küçük Prens kitabı edinmek, ilkin kendinize ve varsa yavrunuza verebileceğiniz en güzel hediye olur. Az sonra inişe geçeceğimizi belirtir, ‘Her sabah kendinize çeki düzen verdikten sonra, gezegeni de köşe bucak temizlemelisiniz’ diyen pilotumuzla hepinize iyi inişler diler, gülen gözlerinizden öperiz. 

24 Ekim 2016 Pazartesi

Sahra Çölü’nden Akdeniz Derinliklerine Yeryüzüne İzini Bırakmış Bir Efsane : Antoine de Saint-Exupéry



Pamuk Hava Yolları’nın gözüpek yolcuları,
Gökyüzüne sığamayıp Sahra Çölü’nden Akdeniz’in derinliklerine değin yeryüzüne izini bırakmış efsane tayyareci Saint-Exupéry’le adrenalini yüksek bir uçuşun arifesindeyiz. Bugün için rapor edilen hava durumunun gökgürültülü, sağanak yağışlı olduğunu belirtir, hepinize iyi uçuşlar dileriz.


Antoine, 1935 yılındaki Paris-Saygon hava yarışı esnasında, yardımcı pilotu André Pivot ile birlikte Sahra Çölü’ne çakılarak büyük bir kaza yaptı. Şans eseri uçaktan yara almadan çıktıklarında, kendilerini uçsuz bucaksız çölün ortasında buldular. Ellerindeki hayli karmaşık eski haritadan mütevellit yönlerini kaybetmişler, nerede olduklarına dair en ufak bir fikirleri yoktu. Tek ganimetleri, bir termos kahve, bir paket kraker, bir parça üzüm, iki portakal ve biraz şaraptı. Zaman geçtikçe sıvıları tükendi, türlü hülyalar görüp duymaya ve halüsinatif haller yaşamaya başladılar. 


Nihayet dördüncü gün, devesi üstünde giden bir bedevi onları farkedip hayatlarını kurtardı. Renkli rüyalı bu çöl macerası, Antoine’ın bilinçaltını tarifsiz biçimde tetikleyip harika hayaller kurmasına, benzersiz kahramanlarla dolu atmosferler yaratmasına yaradı. Sonrasında kendisine pekçok ödül getiren 1939 tarihli kitabı Rüzgâr, Kum ve Yıldızlar (Wind, Sand and Stars) ve yine dünya edebiyatına damgasını vuran, dillere destan kitabı Küçük Prens (Le Petit Prince) ilhamını büyük ölçüde bu büyüleyici çölden aldı.

1940 yılında Almanya’nın Fransa’yı işgaliyle, Antoine uçurduğu Bloch MB.174 tipi uçakla Hava Kuvvetleri’nin Keşif Grubu’yla birlikte Fransız Ordusu’na katıldı. Fransa’nın Almanya’yla yaptığı ateşkes sonrası, Amerikan Hükümeti’ni Nazi Almanyası’na karşı cephe almaya ikna etmek gayesiyle Kuzey Amerika’ya gitti. Hayli zorlu bir göç yolu izleyerek arkasından gelen karısıyla iki yıl boyunca New York • Central Park’ın güneyindeki penthouse apartmanlarında yaşadılar.   

Ülkesinden uzakta, hüzünlü bir sürgün yaşadığı bu dönem Antoine kendini yazmaya verdi. Kendisine dünya çapında ün getiren Savaş Pilotu (Pilote de Guerre)‘nun ardından Nazi Almanyası’nın baskısı altında yaşayan milyonlarca Fransız vatandaşına adadığı Bir Rehineye Mektup (Lettres à Un Otage)’u yazdı. 

1942 baharında Antoine, birkaç haftalığına Kanada’ya gitti. Burada yanında kaldığı arkadaşının evinde, filozof Charles de Koninck’in sarı dalgalı saçlarıyla adeta bir meleği andıran, sekiz yaşındaki oğlu Thomas’a rastladı. New York’a döndüğünde, sağlık durumu pek iyi değildi, türlü hastalıklar ve stres içindeydi. Yayıncılarından birinin eşi, bu sıkıntılı dönemi atlatmasında yardımcı olur düşüncesiyle Antoine’dan bir çocuk kitabı yazmasını istedi. Ve ortaya tüm dünyada, milyonların sevgilisi haline gelen Küçük Prens çıktı! 


Her sahnesi, her çizimiyle akıllara kazınan, çocuklardan çok yetişkinlerin başucu kitabı olan bu altın kalpli minik adam, Antoine’ın kendisiydi şüphesiz. Yıllarca kalbinde biriktirdiği tüm incelikleri, incinmişlikleri anlatarak bu dünyadan göçmeden altın vuruşunu yaptı. Ülkesinin işgal altındaki durumuna çok üzüldüğünden olaylar karşında sessiz kalamayarak Amerikan ordusuna katıldı. Alman ordularının havadan hareketini izlediği sırada uçağı vuruldu (31.07.1944) ve Marsilya açıklarında denize düştü.

Yıllar sonra balıkçılar tarafından bulunan uçağının enkazıyla beraber, üzerinde adının yazdığı çelik bilekliği de gün yüzüne çıktı. Akdeniz’in tuzlu sularından bile bize göz kırpmayı ihmal etmeyen Saint-Exupéry, her an her yerde karşınıza çıkabilir. Çünkü bazı uçuşlar sonsuz, bazı pilotlar efsane olur. Fil yutmuş boa yılanından minik koyuna, fanus içindeki gülden evcilleşmiş tilkiye küçük prens evrenini özlediyseniz, Asteroid B-612’ye yapacağımız uçuşu kaçırmayın der, hepinize harika bir hafta dileriz.        

                         

21 Ekim 2016 Cuma

Afrika'dan Arjantin'e Antoine


Pamuk Hava Yolları’nın pek tatlı yolcuları,
Antoine’la uçmaya kaldığımız yerden devam ediyoruz.
Afrika’dan Arjantin’e uzanan bu uzun uçuş için son hazırlıklarımızı tamamladık. Dakar’ın alabildiğine baobob ağaçlarıyla dolu çöllerinden Arjantin’in tutku dolu sokaklarına, Afrika yalnızlığından İspanyol ateşine süzüleceğimiz bu yolculukta havanın açık ve güneşli olduğunu belirtir, hepinize iyi uçuşlar dileriz. 

Antoine, 1929 yılında merkezi Buenos Aires’te bulunan hava kargo şirketi Aeroposta Argentina’nın başına geçerek hem şirketin yöneticisi hem de başpilotu oldu. Burada Güney Amerika’daki yeni uçuş rotalarını araştırıp şirketin anlaşmaları için görüşmeler yapıyor, ayrıca düşen uçakları arama uçuşlarına gidiyordu. Aynı yıl, ilk kısa öyküsü Havacı (L’Aviateur) Gümüş Gemi isimli bir edebiyat dergisinde, ilk kitabı Güney Postası (Courrier Sud) da Gallimard Yayınları tarafından yayımlandı. 


1931 yılında yayımlanan, Arjantin’deki deneyimlerini anlattığı kitabı Gece Uçuşu (Vol de Nuit) Femina Ödülü’nü alarak dünya çapında bir başarı elde etti ve Antoine’ı edebiyat dünyasının parlayan yıldızı haline getirdi. Antoine nihayet ait olduğu dünyalara girmiş, hem uçuş hem edebiyat dünyasında ışıldıyordu. Bu ışıltı, elbette etrafındaki kadınların gözünden kaçmadı. Aynı sene içinde, Buenos Aires’te tanıştığı Salvadorlu bir yazar ve sanatçı olan Consuelo Suncin Sandoval ile Agay’da (Güney Fransa, Cannes yakınlarında bir sayfiye yeri) evlendi. Bu evlilik, uzun yıllar boyu hem büyük aşkı, hem büyük acısı oldu. Zira, Consuelo kolay bir kadın değildi. 

 

Nitekim evlilik töreninde çok az kadın siyah dantelli bir gelinlik giyerdi. Daha önce iki evlilik yapmış, ilk kocasından boşanmış olmasına rağmen öldüğünü söylemiş, ikinci kocasıysa gerçekten ölmüştü. Antoine’la olan ilişkisi de hayli fırtınalı oldu. Bunda her ikisinin karakterleri dışında hayli hareketli hayatlarının da etkisi vardı. Antoine’ın bitmek bilmeyen uçuşları, gittiği yerlerde tanıştıkları, kırıştırdıkları Consuelo’nun hayli kıskanç ve hırçın yapısını iyice ortaya çıkardı. Tüm bunlara rağmen ömrü boyunca St. Exupéry’nin biricik gülü olmaktan kurtulamadı.


Birlikte yıllarca Buenos Aires’ten Paris’e, Grasse’dan New York’a pekçok farklı yerde, kimi zaman aynı kimi zaman ayrı evlerde yaşadılar. Araya giren kilometrelere, saat farklarına, pekçok kadına ve kavgalara rağmen hiç kopmadı, kopamadılar. ‘İnsan olmak için önce sorumluluk almalıyız’ diyen Antoine’ın aşkı ve insanlığı da böyleydi işte. Bir sonraki uçuşta buluşmak üzre, gözlerinizden öperiz.  

19 Ekim 2016 Çarşamba

Pamuk Hava Yolları Saygı Kuşağı • Saint-Exupéry


Pamuk Hava Yolları’nın pek nev-i şahsına münhasır yolcuları,
Saygı Kuşağı Serisi’nin ikinci konuğu, hepinizin Küçük Prens’in yazarı olarak tanıdığı, 44 yıllık kısa ömrünü kağıtlara, kitaplara ve uçaklara adamış, müthiş inceliklerle dolu, her daim hüzünlü, naif, kalbi haliyle eşi benzeri olmayan bir pilot-yazar Antoine de Saint Exupéry’i takdim etmekten sonsuz onur duyar, bu uçuşu kaçırmamanızı ehemmiyetle tavsiye ederiz. Şimdi lütfen kemerlerinizi bağlı, gözlerinizi pürdikkat ve kalplerinizi pirüpak hale getiriniz. Aksi halde kendisiyle uçmanız mümkün olmayabilir. Hepinize iyi uçuşlar!

Antoine, 29 Haziran 1900 tarihinde, Fransa’nın Lyon kentinde doğdu. Beş kardeşin üçüncüsü, bu aristokrat ailenin iki oğlundan biriydi. Babası, Kont Jean de Saint Exupéry 4 üncü doğum gününden birkaç gün önce öldü. Annesi, Kontes Marie de Fonscolombe bundan böyle çocuklarının her şeyi oldu. Babasının ölümüyle birlikte hem servet hem itibar kaybettiklerinden hayli zor zamanlar geçirdiler. Antoine okulda başarılı değildi. Ödevlerle arası yoktu, sürekli ceza alıyordu. Dersler yerine gizlice evlerinin yakınındaki havaalanına gidip uçakları izliyordu. Bir gün, bunu farkeden bir pilot onu yanına alıp uçurdu.12 yaşında yaşadığı bu deneyimden sonra hiçbir şey eskisi gibi olmadı.


Hayat amacını bulduğunu iliklerine değin hisseden Antoine’ın kalbi bu defa kardeşi François’nın apansız ölümüyle kırıldı. Henüz 15 yaşında olan kardeşinin kolları arasından kayıp gitmesi onu ve ailesini çok sarstı. 17 yaşında evin tek erkeği haline geldi. Tüm bu olanlar, liseyi bitirdiğinde pilot olma hayalleri kuran Antoine’ı başka bir yola itti. Zira eşi ve oğlunun kaybının ardından korku ve endişeleri hayli artan annesi oğlunun pilot olmasını istemiyordu. Akacak kan damarda durmuyordu halbuki fakat o an için annesini kırmayıp denizcilik okuluna gitti. Neticede bir yengeçti o. 


Akabinde Ecole des Beaux-Arts'ta Mimarlık Fakültesi’ne girdi. Fakat 21 yaşındayken askere çağrılınca eğitimini yarıda bırakarak askere gitti. Askerliğini Fransız Hava Kuvvetleri’nde teknisyen olarak yapan Antoine, bu dönemde Strasbourg’ta pilotluk eğitimi aldı. Böylelikle çok sevdiği gökyüzüne kavuşabilme yolunu açtı. Ancak yine ailesinin isteği üzerine, Paris’te bir ofis işi buldu. Yazmaya da bu sırada başladı. Hayalleri kafasından ve kalbinden taşan insanları bir masa başına oturtup bir yere varılamazdı çünkü.

Neyse ki 1926 yılı hayatında bir dönüm noktası oldu ve yeniden uçmaya başladı. Latécoère Hava Yolları olarak da bilinen Aéropostale şirketinin Toulouse-Dakar hattında hava kargo pilotu olarak çalışmaya başladı. Diğer yandan, ilk uçuş deneyimlerini anlattığı ilk kitabı Güney Postası’nı bitirdi. Böylelikle bugün bildiğimiz Saint-Exupéry olma yolunda ilk adımlarını attı.

Uzanıp giden kilometrelerce yolu, onbinlerce uçuş saatini, bu saatlerde yaşanan anları, yazılan kitapları, tüm bu uçuşları yüreği ağzında bekleyen kadınları ve çok daha fazlasını merak ediyorsanız, bir sonraki uçuşa geç kalmayın efendim. Hepinize yukarı her bakışınızda orda uzakta kaybolmakta olan minik bir uçak göreceğiniz havadar günler diler, gözlerinizden öperiz.       

17 Ekim 2016 Pazartesi

Hello Kitty Jet


Pamuk Hava Yolları’nın pek minnoş yolcuları,
Haftaya hepinizin yüzünde güller açtıracak bir uçuşla başlamak istedik. Bugün 2011 yılında göklerde süzülmeye başlamış, dünya çapında milyonlarca fanı olan Hello Kitty’nin havayolu Hello Kitty Jet’i misafir ediyoruz. Uçak dış tasarımlarından uçak içi kitlerine, yemek sunumlarından kabin ekibi önlüklerine kadar her yerden göz kırpan Kitty’le uçmaya hazırsanız, lütfen kemerlerinizi bağlı, koltuğunuzu dik, masanızı kapalı ve güneşliklerinizi açık hale getirin. Hepinize kedili uçuşlar dileriz.

Hello Kitty Air, 1989 tarihinde Taiwan’nın Taipei kentinde kurulan, 2013 yılında Star Alliance üyesi olan ve Türk Hava Yolları’nın da içinde bulunduğu pekçok yabancı havayoluyla ortak uçuşlar yapan Eva Air’in alt markası olarak doğdu. Kurulduğu günden bu yana geçen beş sene içerisinde, sahip olduğu uçak sayısı ve uçuş ağındaki rotaları arttırarak havacılık sektöründe hatırı sayılır bir tanınırlık edindi. Bu durum, Uzak Doğu başta olmak üzere dünya genelinde pekçok Hello Kitty hayranını çok mutlu etti. 



Bir alt markanın kısa zaman içinde bu kadar ilgi görmesi, her şeyden önce müthiş bir marketing başarısı olarak açıklanabilir. Beri yandan hali hazırda tanınan ve çok sevilen bir çizgi kahramandan yola çıkmak, başta hayranlar,  çocuklar ve ebeveynleri olmak üzere geniş kitlelere kolaylıkla ulaşmalarını sağladı. Buna ilaveten Paris, Houston, Shanghai gibi dünya üzerinde önemli noktalarda yaptıkları organizasyonlar varolan ilgiyi hızla çoğalttı.

Ülkemizden buna benzer örnekler vermek gerekirse, bu biçimde bir alt marka yaratmaktan ziyade, yaklaşmakta olan önemli etkinlikler öncesinde dikkat çekmeye yönelik yapılan kısa süreli işler görüyoruz. Büyük futbol takımlarına özel kaplanan uçaklar (Türk Hava Yolları • Beşiktaş, Borajet • Fenerbahçe) veya THY'nin sponsoru olduğu Batman Superman’a Karşı filminin tanıtımı için Batman ve Superman logolarıyla kaplanan uçaklar bunlardan bazıları.

Ancak burda süreklilik, bütünlük, evrensellik gibi bazı değerlere ihtiyaç var. Zira kapladığınız şey uçak olunca, onu bir salona veya müzeye koyup sergilemek için değil, dünyanın her yerinde bilfiil reklamınızı yapıp adınızı göklere çıkarsın diye yapıyorsunuz. Bu bakımdan  işlerin incelikle yapılıp her detayda insanları etkilemesi gerekiyor. Yanda yer alan Hello Kitty Jet’in uçak içi ürünleri gibi. İlk görüşte kalp!   


Sizler de bizim gibi henüz Hello Kitty Jet’le uçmadıysanız yaklaşan ilk izninizde  Taiwan ve civarındaki minnoşluk diyarı ülkeleri ziyaret edebilir, kısa bir süreliğine de olsa saygı, sevgi, nezaket, incelik, temizlik gibi güzellikleri deneyimleyebilirsiniz. Hepinize harika bir hafta diler, gözlerinizden öperiz. 



15 Ekim 2016 Cumartesi

Amelia • Son Perde


Pamuk Hava Yolları’nın pek havalı yolcuları,
Pırıl pırıl bir güne uyanmanın saadeti içinde, hepimiz hostes topuzlarımızı yapıp rujlarımızı sürdük. Amelia’yla yapacağımız üçüncü uçuş için hazırız. Bugünkü uçuşumuzda ara ara orta şiddetli türbülans beklemekteyiz, bu yüzden lütfen kemer ikaz ışıkları yandığı sürece yerlerinizde kalıp kemerlerinizi bağlı tutmaya özen gösteriniz. Şimdi hazırsanız, buyrun başlayalım.

Amelia transatlantik rekorundan sonra, solo uçuşlar yapmaya devam etti. 1935 senesinde Hawai’den Kaliforniya’ya uçarak sadece Atlantik’i değil, aynı zamanda Pasifik Okyanusu’nu da yekpare geçen ilk kişi oldu. Yine aynı yıl, Los Angeles’dan Mexico City’ye uçtu. Tüm bu uçuşlar, Amelia’ya tarifsiz tatminler yaşatıyor, sanki giderek sırtından kanatlar çıkıyordu. Geri kalan her şey, uçuşların gölgesinde kalıyordu. Bu dönemde Purdue Üniversitesi’nde havacılık alanında teknik danışmanlık yaparak özellikle kadınları çalışma hayatına teşvik etmeye başladı.  

Takvim yaprakları 1937 yılını gösterdiğinde, çelik kanatlı meleğimiz dünya turu için son hazırlıklarını yapıyordu. Bu, bugüne kadar yapacağı en büyük meydan okuma, en heyecan verici uçuş ve de unutulmaz bir deneyim olacaktı şüphesiz. Haziran başında Amelia, bu defa yardımcı pilotu Frederick Noonan ile birlikte göklere yükseldi ancak 2 Temmuz günü, bu tarihi uçuşun yaklaşık üçte ikisini tamamladıkları sırada, Pasifik açıklarındaki Howland Adası civarında gözden kayboldular. 



Amerikan Hava, Deniz ve Kara Kuvvetleri tarafından seferber edilen ekiplerin tüm arama çalışmalarına rağmen ne Amelia ne Noonan ne de uçağın en ufak bir izine rastlandı. Bu durum, uçağın okyanusta kaybolduğu fikrini güçlendirmekle beraber, akabinde pekçok spekülasyon çıkmasına sebep oldu. Sözkonusu teoriler arasında uçağın yakıtının bittiği ve bu yüzden okyanusa acil iniş yapmak zorunda kaldığı, bir başka adaya çarparak sert bir iniş yaptığı ve Amerika-Japonya arasındaki savaş öncesi gerilimden mütevellit, casusluk şüphesiyle Japonlar tarafından esir alındıkları iddiaları vardı.

Geriye bıraktığı gizemle, Amelia’nın son uçuşu sonsuzluğa uçuş oldu. George, bu büyük acıya karşın eldeki notlara bu hazin sonu da ekleyerek uçuşu kitaplaştırmayı ihmal etmedi. Son Uçuş (Last Flight) yarıda kalmış büyük bir maceranın kitabı oldu. 1939’da ise, yitirdiği karısına övgü niteliğinde Yükselen Kanatlar (Soaring Wings) adında bir biyografi kitabı yayımladı.

Amelia, başından sonuna bir fenomen olarak yaşadı ve öyle de öldü. Ardından gelen kadınlara, kuşaklara büyüleyici bir öykü bırakarak uçup gitti. Pamuk Hava Yolları olarak kendisini büyük bir saygıyla anar, ruhuna beyaz manolyalar yollarız. Bir başka uçuşta kavuşana dek, mavi kalın …  


13 Ekim 2016 Perşembe

Aklı Fikri Havada, Gözü Hep Daha Yukarda Amelia


Pamuk Hava Yolları’nın yerinde duramayan yolcuları,
Söz verdiğimiz gibi en heyecanlı yerinden devam ediyoruz.
Bu geceki uçuşumuz Atlantik’i 14 saat 56 dakikayla tek başına geçen ilk kadın pilot Amelia’nın rekordan rekora koşan uçuşları, bu uçuşların verdiği ilhamla yazdığı kitapları ve kendi gibi kadınlar için tasarladığı kıyafetleri ile hayli renkli geçecek. Şimdi lütfen kemerlerinizi bağlı, zihinlerinizi berrak ve kalplerinizi açık hale getirin. Hepinize iyi uçuşlar dileriz.

Anne babasının ayrılığının ardından Boston’a taşınan Amelia, burada bir yandan Denison House’da çalışmaya, diğer yandan üyesi olduğu Amerikan Havacılık Derneği (American Aeronautical Society) ’nde etkin olmaya başladı ve gayretleri neticesinde derneğin başkan vekili oldu. Bu dönemde gazetelere yazdığı köşe yazılarıyla havacılık alanında bölgesel bir ün kazandı ve bu akabinde yapacağı girişimler için yolunu açtı. Nitekim 1928 yazında, dönemin ünlü yayımcısı George P. Putnam tarafından yapılacak transatlantik uçuşuna seçilen ilk kadın yolcu oldu. Amelia deneyimin tüm cazibesine rağmen uçuş sonrası kendisiyle yapılan bir röportajda, ‘Tüm uçuşu Stultz yaptı, ben sadece bir bagajdım, tıpkı bir patates çuvalı gibi’ dedi. Sonrasında uçuşta yaşadıklarını ‘20 Saat, 40 Dakika’ isimli ilk kitabında anlattı.

Uçuş dönüşü Amerika’da büyük bir coşkuyla karşılanan Stultz, Gordon ve Earhart için her gün gazetelerde çeşitli haberler çıkıyor, bu haberlerde Amelia’dan göklerin kraliçesi diye bahsediliyordu. Tüm bu popülarite, Amelia’yı kendi uçuşunu finanse edebilmek için yüreklendirdi zira bir an evvel uçağını hazırlayıp okyanusu geçmek istiyordu. Tamamıyla kendi hedeflerine odaklanmış bir hayat süren Amelia, 1931yılında yayımcısı George’un yedinci kez yaptığı evlilik teklifini kabul ederek evlendi fakat eşinin soyadını hiçbir zaman kullanmadı.  


1932’ye gelindiğinde Amelia için tüm koşullar hazırdı. 14 saat 56 dakika süren uçuşuyla birçok ödül alan Amelia Earhart, Atlantik Okyanusu’nu tek başına geçmeyi başaran ilk kadın oldu ve deneyimini The Fun Of It adlı ikinci kitabında anlattı. Aynı yıl, kurulmasında büyük emek harcadığı Ninety-Nines Kadın Havacılık Kulübü’ne başkan olarak seçildi. Geçen zaman içinde George’la tipik bir karı-koca ilişkisinden ziyade başarılı bir ortaklık kurdular. George Amelia’nın uçuşlarını ve toplumsal imajını organize ediyor, ona uçuşlarında giyebilmesi için rahat ve kullanışlı kıyafetler ayarlıyordu.

Buradan hareketle ilkin Ninety-Nines için uçuş kıyafetleri yapmaya başlayan Amelia ilk olarak büyük cepli, bol bir pantolon ve fermuarlı bir üst tasarladı. Vogue’un iki tam sayfa ayırdığı bu kıyafetler ilgi görünce, bu defa kendi stilini yansıttığı tasarımlar yapmaya başlayan Amelia, bu kıyafetleri aktif yaşayan kadınlar için yaptığını söyledi. Başından beri imajının farkında ve nerde nasıl giyineceğini her daim çok iyi bilen bir kadın oldu. 


Şimdikilerin ‘çocuk da yaparım, kariyer de’ sloganının yerine ‘okyanuslar da aşarım, kokteyllere de giderim’ gibi çok daha havalı bir hali vardı elbet! Amelia’nın yeni maceraları, kimselere benzemeyen hali tavrı ve sonsuz ışığıyla bir sonraki uçuşta buluşmak dileğiyle, gül yanaklarınızdan öperiz. 

12 Ekim 2016 Çarşamba

Kadın Pilotlar • Amelia Earhart


Pamuk Hava Yolları’nın pek tatlı yolcuları,
Bugün sizlerle geçmişe mini bir yolculuk yaparak gerçekleştirmiş olduğu ilklerle havacılık tarihine adını altın harflerle yazdırmış olan bir pilot ve sıradışı bir kadın Amelia’yla uçacağız. Pamuk Hava Yolları olarak Kadın Pilotlar serisinin başlangıcını yapmaktan onur duyar, hepinize etrafınızdaki kadınların kıymetini bildiğiniz, içlerindeki incelikleri görebildiğiniz bir ömür ve bu ömür güzelliğinde bir uçuş dileriz.

Gerek kokpit gerekse kabin ekiplerinin yalnızca kadınlardan oluştuğu uçuşların yapıldığı bugünlere gelinmesinde büyük paya sahip, dünya tarihinde pilotluk sertifikasını alan 16. kadın pilot olan Amelia Earhart, 24 Temmuz 1897’de Amerika’nın Kansas eyaletinde doğdu. Çocukluğunu kendisine hayli özgür bir ortam yaratan büyükannesiyle geçiren Amelia, sıradışı doğasının peşinden giderek pekçok şeyle ilgilendi. Ailesel gereklilikler sebebiyle çeşitli yerlerde yaşamak durumunda kalsa da, her gittiği yerde kendine göre okul ve işler bulmayı başardı.

Bunlardan ilki, I. Dünya Savaşı sırasında Toronto’da bulunan kızkardeşini ziyarete gittiğinde KızılHaç Derneği’nin açtığı kurslara giderek hemşire olması ve hastanelerde çalışmasıydı. Havacılığa olan ilgisi, daha sonraki yıllarda yeniden ailesinin yanına döndüğü Kaliforniya’da kendini gösterdi, burada ilk uçuş derslerini almaya başladı. O günden beri ne yaptıysa uçuş derslerini ve sonrasında yapacağı uçuşları finanse edebilmek için oldu.


Altı ay sonra, Amelia kendisine ‘Kanarya’ ismini taktığı ikinci el, parlak sarı bir Kinner Airster (Amerikan yapımı, bir veya iki koltuklu, üstü açık uçak) aldı. Ardından kendine deri bir ceket seçti, giyilmiş görüntüsü vermek için birkaç gün onunla uçakta uyudu ve son alarak saçlarını zamanın tüm kadın havacılarının yaptığı gibi kısacık kesti. Ortaya üstte gördüğünüz muhteşem görüntüler çıktı ve işte her şey böyle başladı. Bittabi sonrası hayli heyecan verici canım yolcu. Bir sonraki uçuşta en heyecanlı yerinden devam edeceğimize söz verir, pamuk yumukluğunda pirüpak günler dileriz.    

10 Ekim 2016 Pazartesi

Pamuk Hava Yolları Gurme • Tayyare Pizza



Pamuk Hava Yolları’nın pek gurme yolcuları,
Haftaya hem göze hem mideye hitap eden, taşfırında pişen mis gibi pizza kokuları eşliğinde başlıyoruz. Bu kokular nerden mi geliyor? Bozcaada’da emekli pilot Ferhat Bey’e ait Tayyare Pizza’dan! Kalkışa hazırsanız lütfen kemerlerinizi bağlayın, koltuğunuzu dik, güneşliklerinizi açık hale getirin. Hepinize leziz bir uçuş diler, gözlerinizden öperiz.

Ancak hayatta bir tutkusu olan, ne yaparsa yapsın aşkla yapan insanların yaratacağı türden bir yerde açıyoruz gözlerimizi. Çünkü insan isterse, her yerde uçabilir. Ferhat Bey de senelerce gökyüzünde uçmalara doyamayıp uçuşuna yeryüzünde devam etmeye karar vermiş ve ortaya uçak koltuklarında enfes bir pizza deneyimi yaşayabileceğiniz Tayyare Pizza çıkmış.

Ayazma yolunda, merkeze yaklaşık 2 km mesafede, adanın tek benzincisi olan Opet'in hemen yanıbaşında bulunan mekanda adaya özgü otlar ve birbirinden leziz malzemelerle yapılan ince hamurlu pizzalar, gurme gezginler tarafından keşfedilip hayli yüksek puanlar almış bile! İtalya’dan özel olarak getirilen taşfırında pişirilen pizzalar ‘Tayyare'de yediğim pizzaysa, İstanbul'da yediklerim ne? İstanbul'da yediklerim pizzaysa, Tayyare'de ki ne?’ dedirtmeyi başardığına göre gidip yerinde tadına bakmamak olmaz sevgili yolcular.


Ayrıca arka tarafta zeytin ağaçlarına bakan bahçede tarifsiz gün batımını izlerken eski güzel günleri yad edebilir, pizzanızı beklerken adanın yerel şaraplarını yudumlayabilirsiniz. Zira yüreklerimize ok atıp gitmiş Furuğ Ferruhzad’ın dediği gibi ‘Kuş ölür, /Sen uçuşu hatırla …’     

Ve işte beklenen an geldi! Hepinize afiyet olsun!


8 Ekim 2016 Cumartesi

Pamukkariyer.com : Balon Pilotluğu


Pamuk Hava Yolları’nın ballı kaymaklı yolcuları,
An itibariyle 700 m yükseklikte, turuncunun en tatlı tonları arasında, bir balon sepeti içinde süzülmekteyiz. Güneşin doğuşuyla uyanan doğanın tüm güzellikleri önümüze serilmiş, ağaçlar kiremit rengi yapraklarıyla her yanımızı sarmış durumdalar. Alçaktan uçmanın tarifsiz lezzetleri içinde ilerlerken sizlere balon pilotluğu hakkında mini bilgiler vermek istiyoruz.

Geçmişte ekseriyetle keşif, gözetleme ve askeri amaçlarla kullanılan balonlar, günümüzde çevre güzelliklerinin tadına varmak isteyenlere yönelik turistik bir aktivite halini aldı. Ülkemizde balon deyince ilk akla gelen yer elbette büyülü peri bacalarıyla ünlü Kapadokya! Bugüne kadar pekçoğunuzun ziyaret ettiği, Nuri Bilge Ceylan’ın Kış Uykusu’ndan sonra etmeyenlerinizin de gitme planları yaptığı bu bölge, Nevşehir ile Kayseri arasında uzanan vadiler toplamından oluşuyor.

Üzümü, şarabı, balonu, peri bacaları, köylü teyzelerin ördüğü yün çorapları gibi birçok alamet-i farikasının yanında pek bilinmeyen bir ilgi ve istihdam alanı olan balon pilotluğu ve bu eğitimi veren balon uçuş okulları var. Türk Hava Kurumu (THK) Göreme‘de faaliyet göstermekte olan THK Balon Uçuş Eğitim Okulu, Kapadokya Meslek Yüksek Okulu, Özel Kapadokya Kaya Balloons Balon Uçuş Eğitim Okulu ilk akla gelenler.

Bu okullarda Balon Hususi Pilot Lisansı PPL (B), Balon Ticari Pilot Lisansı CPL (B), Öğretmen Pilot Lisansı FI (B) ve ICAO üyesi ülkelerce verilen lisansların milli lisansa çevrilmesi için gerekli eğitimler verilmekte, ortalama 95 saat teori, 25 saat pratik yapılarak gerekli lisanslar alınmaktadır. Şu anda ülkemizde çalışan balon pilotlarının %40’ının yabancı olduğu düşünülürse, yerli havacılık tutkunları için pamukkariyer.com olarak yeni bir kariyer fırsatının göz kırptığını söyler, hepinize balon hafifliğinde günler dileriz.  



7 Ekim 2016 Cuma

Pamuk Hava Yolları Romantizm Kuşağı • Balonlar



Pamuk Hava Yolları’nın iflah olmayan romantik yolcuları,
Bugünkü uçuşumuz yalnızca sizler ve yakasından çekiştirerek de olsa getirdiğiniz partnerleriniz için planlanmış olup ortalama 900 m irtifadan Kapadokya’nın eşsiz manzarasının tadına varılarak gerçekleştirilecektir. PH 1007 sefer sayılı ilk balon uçuşumuz için verilen süre 45 dakika, hava durumu hafif serin, alabildiğine turuncudur. Hepinize iyi uçuşlar dileriz.

Aranızda aralıksız biçimde ‘Bu balonlar nasıl uçuyor, güvenli mi ki?’ diye kendini kemiren yolcularımız için balon seyahatinin kısa tarihini, Paris’te sepetinin içine bir horoz, bir ördek ve bir koyun konularak gerçekleştirilen deneme uçuşunu ve buna benzer minnoş notları sizlerle paylaşacağız. Az sonra başlayacak olan balon uçuşu deneyiminizin en az o hayvanlarınki kadar şaşırtıcı, sıradışı ve masalsı olmasını arzu ederiz. Zira yeryüzünde hayat, yeterince bilindik, tekdüze ve acımasız gerçeklerle dolu.        

Efendim, balon fikri ilk kez 1766 yılında hidrojeni bulan Henry Cavendish’in bu gazın havadan hafif olduğunu görmesi ve 1767’de Joseph Black’ın hafif bir aracın hidrojenle doldurulduğu zaman uçabileceğini öne sürmesiyle doğdu. Ancak ilk balon hidrojenle değil sıcak havayla doldurularak uçtu. İlk uçuş 5 Haziran 1783 tarihinde Fransız Etienne ve Joseph Montgolfier Kardeşler tarafından Annonay köyünde ketenden bir torbanın sıcak havayla doldurulmasıyla olmuş, balon 450 metre kadar yükselerek 10 dakikada 1,5 millik mesafe katetmiştir.

 

Montgolfier Kardeşler sonraki uçuşlarını 19 Eylül 1783 tarihinde, aralarında Benjamin Franklin’in de bulunduğu kalabalık karşısında Paris’te balonun sepetine bir horoz, bir ördek ve bir koyun koyarak yapmışlardır. 20 Kasım 1793 yılında sıcak hava balonu Fransız fizikçi Jean François Pilatre de Rozier ve bir arkadaşını taşımış, böylece tarihte balon kullanan ilk pilotlar olmuşlardır.

Bu tatlı bilgiler ışığında, güneş doğmak için geri sayıma başlamışken bizler de kalkış için hazırız. Havada onlarca balonun arasında yeniden buluşmak üzere!
Sevgiler, öpücükler.